9 Aralık 2015 Çarşamba

Hey! Taxi...


-Dikkatiniz dağıl mıyor mu tv izlerken?
-Yok izlemiyorum, gülmek için dinliyorum.
-Hangi kanal bu?
-Seda Sayan. Bak şu Çiğdem var ya ( eliyle gösteriyor-izlemiyor yani) bunlar tribünde oturuyor. Her talip gelmesine 100 TL haneye yazılıyor. Anlıyor musun?
-Hadi ya!
-Tabi abla, bide bunlar var ya affedersin abla, başka amaçla da bu programları kullanıyorlar. Bak! şimdi kadın gelmiş, dul, bekar( dulları ayrıca belirtti.Onlar bekar sayılmıyor demek ki ) yada adam çocuklu, boşanmış fark
-Hay Allah! O kadar mı?
- Tabi abla ben tanıyom bazılarını.
-İzleme öyleyse kötü şeyleri.
-Yok ben izlemiyorum, gülmek için sadece.
etmez deyip 3-5 gün çıkıyorlar sonra anlaşamadık diye ayrılıyorlar. Sonra başkasına.
Ey Allah' cım mis gibi bindiğim taksiden sigara kokarak indiğime mi, Ağlanacak haldeki hallerimize gülen, ağlanılacak haldeki insanımıza mı güleyim-ağlayayım?
Ama yine de benim hala umudum var demek istiyorum. Eğitim şart mı? Evet ancak  koca koca adamlara-kadınlara eğitim de bir yere kadar. Bunun başka bir çözümü olmalı, olmalı, olmalı....

4 Aralık 2015 Cuma

Cep ...

Cep ajanda, cep harçlığı, cep feneri, cep aynası, cep tarağı, cep radyosu ...
Ne kadar büyük cebimiz varmış; herkes her bir şeyi cebe indirdi. Tabi ki hayatımızın anlamı, yokluğunda eksik, çıplak  kaldığımız, arkasında bambaşka bir kimliğe büründügümüz cep telefonunu unutmamak gerekir.

Genelde 9,9 Tl fiyatıyla kitapçılarda rastladığımız ve ekonomik olsun ki daha çok okunabilsin- en azından ben öyle düşünüyorum- mantığıyla basımı yapılmış  küçük el kitaplarını görürüz.

Bugün D&R a uğradığımda mini mini kitaplar gözüme çarptı. ''Yok artık!'' dedim. Fiyatına baktım 19 TL. Neden? Çünkü Hollanda'da basılmış. Neden? Çünkü Türkiye de bu basımı yapamamışlar. Kim? Can yayınları. Arkadaşım, hem küçük, hem pahalı, üstelik ne sağdan sola ne de soldan sağa okunuyor, sayfaları aşağıdan yukarıya çeviriyorsun diyorum. Kalıyorum.


 
Hani '' küçül de cebime gir'' derler ya tam öyle işte... Olmuş size mini minnacık  cep kitabı. Tam metin diye de not düşmüşler. Çevir çevir oku!

Fark yaratmak isteyenler için sanırım. Cebinize, en önemlisi gözünüze güveniyorsanız!







24 Kasım 2015 Salı

Öğretmenler günü ( ! )

Nike eşofman taytlar giydirilmiş cansız mankenler, rengarenk hayaletlere benzettiğim yukarıdaki ağdan aşağıya doğru asılmış - sarkıtılmış- etekleri rüzgarda havalanınca şişen içi boş elbiseler, çamaşır ipine asılmış allı yeşilli morlu rengarenk eşarplar arasında kalmış küçük bir masa. Masanın arkasında küçük bir tabureye oturmuş ağzı kıpır kıpır sessiz bir adam.

Masanın sağında siyah ve yeşil Gemlik zeytinleri 10 TL , solunda siyah ve yeşil Ayvalık zeytinleri 10 TL yazıyor. Havası alınmış ambalajlarda özenle paketlenmiş. Ev yapımı %100 organik yazısı. Tadımlık zeytinler ve ıslak mendili özenle masaya yerleştirilmiş.

Emekli öğretmen. 55 yıllık aşkından ayrılmaya karar vermiş. O nedenle de ağzında nikotin sakızı, çenesi çalışıyor (!)
Uzaktan bakıp geçiyor insanlar. Yakınına gelen ise şöyle bir tepeden bakıp,
''Niye ucuz?''
''Ambalajdaki ile tadımlık olan aynı mı ki?'' gibi sorularla Hocayı gülümsetiyorlar. Sohbet ediyoruz.

'' Torun bir oyuncak istiyor. Babaannesine söylemiş 260 TL. Benim onu alabilmem için 70 kg zeytin satmam gerek. Ama babası aldı.(?)

''Hocam fiyat çok ucuz ondan almıyorlar. Az ileride zeytinler 14-15 TL den başlıyor. Üstelik kimyasal ile  tatlanmış. Ambalaj yok. Fiyatları arttırın.

'' Ben zaten 10 TL ye kazanıyorum fazlasına gerek yok ki. Vicdanım el vermez.''

Ve sürekli gülümsüyor. Çünkü zamanında Aziz Nesin' le tanışmış ve memleketten insan manzaralarını görebileceği en iyi yerin pazar olduğunu söylemiş. Şimdi gözlem yapıyor, ağlanacak halimize-haline - gülümsüyor, gülümsüyoruz.ve gördüklerini not defteri yerine kullandığı müthiş hafızasına alıyor. Benim için not defterine ne yazdı bilemem ancak dilerim; gözlemler yazıldığı yerde kalmaz , 260 Tl değerindeki oyuncak sahibi torun, hocanın baktığı yerden bakıp onların paha biçilmez deneyimler olduğunu fark eder ve fark ettirir.

Gülümseyen, gülümseten öğretmenime- öğretmenlere- selam olsun.




13 Kasım 2015 Cuma

Neşe Hocam

Yer Kadıköy meydan. Fazlı'nın yerinde candan bir dostla içilen 5 çayı. Dedikodular yapılmış, programlar hazırlanmış keyifler süper. Dönüş yolu. Kalabalık meydanda yürürken birden bir kadına gözüm kaydı. Yürürken döndüm tekrar kadına baktım. Kadının yanındaki adamla göz göze geldik. Artık durmam gerekiyordu durdum ve adama;
'' Çok özür dilerim birisine benzettim de...'' Çünkü benzettiğim kişi bilmem(!)kaç yıl öncesine aitti.

Adam;
'' Adana?''
'' Evet!''
''Kız Lisesi?''
''Evveett!!''
'' Tamam bu da hocanız işte.''

Şaşkınlık, sarılmalar, el öpmeye çalışmalar, heyecan, mutluluk, özlem, yıllar, anılar, okulum, her şey, her şey su gibi aklımdan geçti kaldı orada.

Uzun uzun geçen yıllarda liseli Hatice büyüdü (!) . Ama Neşe hocam hala aynı kalmış. Yoksa nasıl tanırdım ben O güzelliği.  Mutlaka tekrar buluşacağız.

Dünya mı küçük, İnsan insana mı kavuşur bilemedim. Bildiğim bir şey varsa bu heyecanları, kavuşmaları seviyorum.





25 Ekim 2015 Pazar

Yansıma

Kahvaltıya gelmişler saat 14.00. Bu saatteki kahvaltıya brunch deniyor değil mi? Brunch niyeti ile  öğle yemeğini aradan kotarmak diyorum ben buna.

3-5 zeytin, açılmamış tereyağ ve reçel ,bal kutucukları, kibrit kutusu beyaz peynir, kibrit kutusunun yarısı kaşar peyniri ve üstten 2 çizikle kızartılmış, buz gibi boynu bükük sosisler ve ortada koca bir tabak patates kızartması. Yarısı yenmiş.
Garson brunch( branç) a gelen çiftin masasını toplarken genç kızın tabağındakiler olduğu gibi duruyor. Belki heyecandan belki de beğenmediği için yememiş.

Gözlerinde kuyruğunu uzattığı sürmesi (eyeliner), kaşlarına doğru uzanan kıvrık, gür, takma kirpikler, sırt kaşımak için bire bir uzun takma tırnaklar, çıt çıt ile uzatılmış saçlar,18 pont  kalın topuklu çizmeler. Ne kadar ağır bir yükü var! Bu kadar yükü taşımanın nedeni tek makyajı kirli sakal olan bir adama hoş görünmek ya da belki de kendini iyi hissetmek için kim bilir?

Ağır yükün altındaki kızcağızı görünce bir kitapta okuduğum cümle aklıma geldi. İnsan karşısındakinin kıyafetine aşık olurmuş. Belli ki kirli sakallı adam karşısında ağır bir yük taşıyan kadına, kadın adama aşık.

Saçı, kirpiği, tırnakları, topuklu pabuçları, göz kuyruğundaki sürmesi olmayınca kadının kirli sakallı adama aşkı devam eder de adamın...?

Ya kadın? Tüm çıplaklığıyla aynadaki kendini, aşık olunası bulur mu?
Taşıdığı yükün altındaki kendi, aynada gördüğü kendi ile aynı mı?

Yoksa gördüğü yansıma taşıdığı yükten, kirli sakal aşkından daha mı ağır ?






















19 Eylül 2015 Cumartesi

Kaliteli yaşam...

9 yaşındaki erkek çocuğu salya sümük ağlıyor, göz yaşlarının karıştığı sümüğünü bir eliyle silerken diğer elinde cips paketini sıkıca tutmaya çalışıyor. Oradan oraya gidip geliyor. Gidip geldiği yer annesi ve kız kardeşi - abla 10 yaş civarında-arası.

Anne bir elinde alışveriş arabası tutarken diğer elin işaret parmağı ile çocukları dürtüyor.

'' Bıktım sizden. Sizin yüzünüzden kaliteli hayat yaşayamıyorum. Sabah erken kalk işe git, akşam gel sizin kahrınızı çek. Bıktım sizden. Neden doğurduysam? Sevmiyorum seni. Sevmeyeceğim. ( erkek çocuğuna)''

''Ne olur sev beni. Özür dilerim. Bir daha yapmayacağım.''
'' Sevmiyorum işte! ''

Hıçkırıklar arasından yalvarışlar, yakarışlar;

'' Söz veriyorum sana kaliteli hayat yaşatacağım. Bir daha yapmayacağım.'' diyor erkek çocuk.

Kız çocuğunda ses yok hareketsiz ruhsuz duruyor. Annenin peşinden gidiyorlar.

Aradan 10 dk geçmişti ki tekrar rastladım. Aynı sahne devam ediyor. Erkek çocuk salya sümük, Kız çocuk donuk bakışlı ve anne bu kez;

Sen erkek olamayacaksın , işeyemeyeceksin'' diye hala dürtüp bağırıyor.

Bu sahne METRO marketin ortasında, hafta sonu ve bayram arifesi kalabalığında yaşanıyor.

Kimse sesini çıkarmıyor.

Kaliteli hayat nedir ki?

TDK kaliteyi bir şeyin iyi veya  kötü olma özelliği, nitelik olarak tanımlıyor.

Öyleyse iyi bir hayat için önce iyi bir anne olmalı, kaliteli çocuklar yetiştirmeli ki senin yaşayamadığın kaliteli hayatı çocukların sana yaşatsın yaşatabilsin.

Her şeyden önce kaliteli bir insan ol.
Sevmeyi öğren, hatta önce kendini sevmekten başla.

İnsanın kalitesi yaşadığı hayatla ölçülmez!









1 Eylül 2015 Salı

Vah Kadınım vah!

58 yaşında, aylık 120.000 TL-USD geliri olan, 3-5 maden ocağı ve holding sahibi 1 beyefendi (!) Seda Hanımefendi (!) nin evlilik programına çıkmış evlenecek olduğu kadında aradığı özellik olarak '' Para yemesini bilsin yeter '' demiş.

Kadının adı yok diye ölümüne  varlık savaşı veren kadınların, olmayan adına sıfatlar eklenmeye başladı. Evlenilecek ,eğlenilecek , börekçi, para yiyici...

Oysa bir kadın '' ben iyi para yerim'' diye programa çıksa ? O' nun sıfatı zaten ezelden beridir hazır.

O bir , O bir,  O bir  '' O...!''



11 Ağustos 2015 Salı

Yalan söylüyorsun!...

İnsanoğlu kendini beğenmezse çatlar ölürmüş ya.
42 beden olarak girdiği soyunma kabininden 38 beden pantolona girerek çıkan hanımefendiye yanındaki erkeğin '' güzel oldu'' demesi ve çevredeki kadınların erkeğe '' YALAN SÖYLÜYORSUN! '' bakışları.
Zavallı adam!...

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Hayat-i-' yi anlamak


Yaşadığını hissetmenin en basit formülüydü İstiklal Caddesi üzerinde akıp giden kalabalığa karışmak. Küçük bir tebessümün yerleşmesine engel olamazdı yüzüne. İstanbul' un hatta dünyanın kalbi İstiklal caddesiydi O'nun için.Sanki insanlar kalpten pompalanan ılık kan misali buradan caddelere, sokaklara ve evlere dağılıyorlardı.

Beyoğlu'nun arka sokaklarını keşfederken tek kelime, çok anlam içeren ''Merhaba'' ve kapıları açan minicik bir tebessümü eksik etmezdi karşısına çıkan insanlardan. 

Tünelden Taksim' e doğru giden tramvayda oturduğu yerde sessizce akan göz yaşlarını silme gayreti içerisindeydi. Adım adım ilerleyen tramvayın çalan zil sesi, bazen bir flüt, bazen bir akordeon, hep aynı melodiyi çalan klarnetçinin ezgileri,Kahramanmaraş dondurmacısının çıngırağı, ''sıccakk kestanee'' nağmeleri, insan kalabalığının havada asılı kalan cümlelerin uğultusu göz yaşlarının artmasına neden oluyordu.

Tramvaya binmeden önce boğaza karşı bir banka oturdu. Atılan simitleri kapma yarışındaki Martı çığlıkları ve boğazdan geçen gemilerin  düdüğü eşliğinde, püfür püfür esen rüzgarı içine çekti. Boğazın kokusunu duyumsadı, rüzgarın teninde bıraktığı soğuğu hissetti. Boğazın sert esen rüzgarı yanaklarından süzülen damlaları kuruttu. Belki bir kaç damla da rüzgara karışmıştı.

Kapıdan girdiğinde Hayati karşıladı O'nu. '' Korkma ! Ben varım. '' dedi. '' Burada sana zarar gelmez.'' 

Tanıştılar, sesi güven verdi. Hayati'nin elini tuttu. Yürüdüler. Hayati'nin sesini takip ediyor, düşmemek için aşırı gayret gösteriyordu. Hayati'yle boğaza karşı oturduklarında ilk kuralı söylemişti Hayati:
 
'' Otururken baston sağ omuzuna dayalı olacak.''
 
Artık O bir kördü! Görme engelliydi.
 
Ağlıyordu çünkü boğazın mavisini, martıların telaşını, gökyüzü danslarını görmüyordu.
 
Adım adım gezdiği İstiklal Caddesin'de hiç binmediği tramvayda bildiği, dokunduğu, keyf aldığı hayatını renklendiren, anlamlandıran olguları görmeden seyahat ediyordu. 
 
Hayati, görmediği için kokuların, seslerin, dokuların, tatların ayrımına varmasının önemini anlattı.
 
Artık hayatında  tek renk siyah-karanlık- vardı.
 
Hayati çaylarını yudumlarken sohbet sırasında göz yaşlarının nedenini çok iyi anladığını söyledi.
 
 ''Engelliler için elverişli olmayan sokaklarda yaşam çok zor'' dedi.
 
''Daha zor durumda olan tekerlekli sandalyeye mahkum engelli dostlar var'' diye cevap verdi Hayati.
 
Doksan dakikalık '' Karanlıkta Diyalog'' deneyimsel sergisinden çıktığında Hayati'nin kendisini anladığına sevinmiş ve tekrar aydınlığa kavuştuğu için şükretmişti. İlk işi tramvaya binmek olacaktı.
 
Acaba O, yardım elini uzatan doğuştan kör-görme engelli- Hayat-i-'yi anlayabilmiş miydi?
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


17 Temmuz 2015 Cuma

Özlem...

Her bayram en çok özlediğim nedir bilir misiniz? Öyle bayramlık, yeni ayakkabılar, ayakkabıyla uyumalar , şekerler, çikolatalar değil.

 Her bayram itina ile büyüklerimin ellerini öpmeyi ve onları gülümsetmeyi. Ama bu da değil özlediğim. Çünkü normal zamanda da  bunu yapıyorum.

Şeker toplayan çocukların toplu halde kapıyı çalmalarını ve akabinde tek sıra halinde bir prenses edasıyla onlara elimi uzatıp öptürmeyi çok çok özledim. Evimize gelip çok sevdiğim için büyük küçük elimi öpen dostları, sevdiklerimi özledim.Telefonla da olsa ellerimden öpen çocukları özledim. Benim için bayramın anlamı bu.

Nerede bu ÇOCUKLAR!

10 Temmuz 2015 Cuma

Bir dilek tut...

'' Bir dilek tut.''
'' Tuttum. En çok istediğim şey mutlu olmak. ''

Programını yapmış, güzelce giyinmiş hatta uzun zamandır giymediği topuklu papuçlarını da ayaklarına geçirivermişti.

Otobüse bindi akbili basıp arkalara doğru ilerlemek isterken: '' Akbilinizi kullanabilir miyim? '' diye soran gence akbilini uzatmıştı bile. Para almak istemedi. Genç çocuk ısrarla verdi. Onun da içi rahat etsin diye aldı parayı.  Böyle durumlarda para almak zoruna gidiyordu.

Kitabını açmış okurken '' Eyvah kız bayıldı tutun!'' diyen sese döndü. Tansiyonu düşen kız kendini koyvermiş ve pelte gibi yığılmıştı otobüsün orta yerine. Fırladı yerinden. Kızın bacaklarını uzattı başka bir yolcunun uzattığı kolonya ile genç kızın bileklerini ovdu.

İstanbul' da yaşayan fok balıklarını okurken '' güzel mi ? '' diye soran meraklı çekingen gözlerle karşılaştı.

'' Güzel'' dedi. '' Hem bilgileniyor, öğreniyorsunuz hemde akıcı , kısa notlar örneklerle güzel bir anlatımı var.

Fiyatını sordu kadın. 12Tl olan kitabın fiyatını söylediğinde kendisini düşündü. Önce kitabın arka kapağını okur, kitap hakkında ön fikre sahip olduktan sonra en alttaki fiyata kayardı gözleri. Bazen de istediği kitabın direkt fiyatına bakar pahalı ise vaz geçerdi. Çünkü o fiyata 2 kitap alabilirdi. Bir an üzülür gibi olsa da sahafları önerdi kadına ucuzdu orada kitaplar. Kendisi de oradan alırdı genellikle. Ama severdi yeni kitap kokusunu ve ferah kitapçılarda raflara göz gezdirmeyi vakit geçirmeyi.

Teşekkür eden kadına kitabın adını yazarak uzatmıştı bile.

'' İstanbul' da bir fil - Sunay Akın ''

Özel bir gün için elbise almak üzere çıktığı çarşıdan yine sahaflar ve kitapçıdan almış olduğu kitap poşetleri ile yola koyuldu. Sahile indiğinde güneş batmak üzereydi.

Sokak müzisyenlerini dinledi. Bir kaç kişiye gülümsedi. Mis gibi kokan ıhlamur ağacının yanından geçerken dayanamadı küçük bir dal çiçeğinden kopardı. Kokladı kokladı kokladı.

Seviyordu mis kokan çiçek kokularını. Kırmızı gülden Orkide den dünyanın en pahalı çiçeğinden daha güzeldi onun için. Çiçek dediğin kokmalı derdi her zaman.  

Sahilde kurulan standların birinin platformuna oturduğunda güneş Ayasofya'nın arkasindan güne veda ederken, saginda kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekenler, solunda Kuzeyin oglundan sarkilar.Derken,   yabanci sözler le ellerindeki gitarlarını tingirdatan hippi tipli 2 genc ve akın akın sağdan sola, soldan sağa insan seli.

Aksam vapurlari Haydarpaşa' ya selam vererek geçerken , çığlıklarıyla eşlik eden martilar. Annesinin az ilerde verdiği taktiklere bakarak dansöz gibi kıvıran kırmızı etekli sarısın küçük kızın arkasındaki darbukanın ritmi. Elinde bir  mis kokulu ihlamur çiçeği,  kendi kendine gülümsüyordu genç kadın.

Mutluluğun yansımasıydı bu gülümseme. Evden çıktığı andan itibaren bir dokunuşun bir gülümseyişin küçük bir yardımın kendisinde meydana gelen duygu değişimlerinin yansımasıydı. Bu kadar basitti işte. Dilekler tutmaya adaklar adamaya gerek yoktu mutluluk için.

Dönüş otobüsüne bindiğinde yanında oturan genç kız
yediği bisküviyi ikram etmiş o da genç kıza elindeki ıhlamur çiçeğini uzatmıştı. İçinden '' bu, mutluluğun kokusu seninle olsun '' demişti.

Genç kız gülümsedi. Kokladı. Yol boyunca ıhlamur çiçeği hep burnuna yakın bir mesafede durmuştu. Belki de ilk kez bir ıhlamur çiçeği kokluyor ve ilk kez otobüste birinden çiçek alıyordu. Hoş bir koku, hoş bir anı kaldı yarınlara. Birilerinin yüreğine dokunabildiği bir  gün geride kalmıştı.


'' Bir dilek tut ''
'' Tuttum. ...  ''










20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hayal oyunu

'' Dereyi görmeden paçaları sıvama!''

Sıva !. Paçalarını sıva. Adımını at. İlerle ıslansın paçaların . Suyun ayaklarına çarptığındaki karıncalanmayı, çıplak ayaklarına değen suyun soğukluğunu, ayağına batan  çakıl taşlarını hisset.  Hafif bir ürperti sarsın bedenini. Hisset ki yol almakta olduğunu gör. Gülümse.

İlerle!

Derenin yatağında aktığı gibi hayallerine ak. Bırak bedenin ıslansın. Yeter ki hayallerin temiz ve kuru kalsın.

İlerle!

Bu bir oyun. '' Hayal kurma oyunu''. Ya kazanırsın ya kaybedersin. Bedeninde, iliklerinde soğuğu hissetmediğin sürece oyuna başlamış sayılmazsın. Öyleyse sıva paçalarını. Korkma!

İlerle!

Hey Sen !
Ya sen!
Sen Sen !

Oyunu bilmiyorsan seyirci ol. Alkışla.
Can simidi ol. Dere kenarında bekle. Belki sana ihtiyaç olur.

Ya da  SUS!









12 Mayıs 2015 Salı

Aya Triada


Kendime hediye almaya ve kendimi ödüllendirmeye bayılırım. Self servis olarak aldığım ödülüm baklava tabağını büyük bir iştahla yemek için boş masa arıyordum ki bir beyefendi bana seslendi masasına davet etti. Ayakta kalmama gönlü razı olmamıştı.

Bir tabak tatlı ve tatlı bir sohbet eşliğinde adının Niko ve kilisedeki koroda şarkı söylediğini öğrendim. Niko kilise dedi ben cami dedim. Ne O benim tarif ettiğim yerde Camiyi anımsadı ne de ben O nun tarif ettiği yerdeki kiliseyi anımsadım. Nezaketen her ikimizde konuyu fazla uzatmadık.

Çaylarımızda geldi. Nazik daveti ve sohbeti için teşekkür ettim vedalaştık.

Bu gün Kadıköyü' nde boğadan Moda'ya doğru Bahariye caddesinde yürüyorum. Çıtır simidimi almışım Moda da çay beni bekler. Her zamanki gibi caddenin sonuna doğru sağ tarafta kalan caminin bahçe duvarında mola verdim. Etrafa bakındım. Gökyüzüne doğru başımı kaldırıp derin bir nefes aldım. Nisan yağmurları eşliğinde. Oh mis gibi bulutlar, güneş, mavi gökyüzü,  hayat ne hoş derken caminin kubbesinin tam orta yerinde kocaman bir Hac gördüm.

Anında bir hareketlenme sokağa sap, binayı incele kapıyı bul ve tabelasını oku: Aya Triada Rum Ortodoks kilisesi.

Cami olduğunu sandığım, gölgesinde mola verdiğim yer oldu mu sana kilise. Hemen kapıdan girdim.  Ayin varmış oturup dinledim. Anladım mı? Hayır. Sonuçta ortak noktamız bir ilahi gücün Allah - Tanrı-nın varlığı. Rahiple karşılıklı dualarımızı ettik.

Allah kabul etsin. :)





22 Nisan 2015 Çarşamba

Oyalı boyalı ejderha!


Oyalı boyalı ejderha

Yıllarca çeyiz adına danteller ördük. Masaya, sehpaya, televizyona, vitrine, kanepeye, koltuğa ota, b..a. Her yer danteldi bir zamanlar.
 
Kadıköy de  antikacıları çarşısında dolaşırken sanat galerisine girdim bu
ejderhayı gördüm. Dantel! İlmek ilmek emek harcanmış küçük danteller bir araya getirilerek sert bir formda şekillendirilmiş. Kapıdan girince sizi karşılıyor.
 
Ne zaman bir sanat galerisine girsem yaratıcılıkta sınır tanımayan insanlara hayranlık duyarken  birazcık da gıpta ve kıskançlık arası duygular beslemiyor değilim hani.
 

19 Nisan 2015 Pazar

''Yuh! '' demezler mi?

22 yıl önce alınmış bir süre kullanılmış saatimi geçenlerde eskileri karıştırırken buldum.  22 yıldır hayattan kopuk saati pil ve kordon değiştirmek suretiyle hayata döndürdüm koluma taktım.
Çalışıyor tıkır tıkır.

8 yaşındaki yeğenim saati görünce:

'' Halacım saatine bakabilir miyim?''  dedi ve ekledi. '' 4 rakamını yanlış yazmışlar''

'' Nasıl yani?''

Roma rakamı ile IV şeklinde olması gereken 4 rakamı IIII olarak yazılmış.

22 yıl öncesinde ve sonrasında bakıp göremediğimi  8 yaşındaki çocuk gösterdi.

Hadi hadi çekinmeyin hep birlikte:
Bir '' yuh!'' bana, kocaman bir '' YUH! '' saat firmasına.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Ya sabır !

Arada bir şansını denemek için milli piyango alır çekiliş sonrası biletine ikramiye çıkmadığını görünce soranlara  '' yine sabır çıktı '' derdi adam.

Sırların peşinde koşanların aksine yeni bir hayata başlama kararı almak üzere çıktığı yolculukta rotasını başka bir yöne çevirmiş ve yıllarca cevabını bulamadığı sorunun sırrına erişmişti genç kadın.

Beklemekten, bekletilmekten nefret ederdi. Nefreti beklemesine, bekletilmesine  hiçbir zaman engel olamadı. O nedenle nefret duygusundan vazgeçip beklenen yerine bekletilen olmanın farkındalığıyla yaşamayı öğrendi.

Eldeki kağıtları görmeden '' varım '' dedi. Varlığının hayata  renk katması ve hayatın içinde tutunması için ''var'' olacaktı. Son kozunu oynamadan farkındalığı yaşarken sır kapısını aralamıştı. Aralanan kapıdan yine sabır çıktı.

Adamı andı sabrın sonu selamettir dedi. Düşündü.
Adamı andı ve adama bir fatiha okudu kadın.












8 Nisan 2015 Çarşamba



Top cümle!

Önceden elektrik alamayanlar şimdi her karara  ''Saygı duyuyorum'' diyor. Ortalık saygıdan, saygılıdan vıcık vıcık.

Son günlerde dillere pelesenk olmuş. Arkadaş madem verilen kararlara, düşüncelere bu kadar saygılısın öyleyse neden bu kadar kavga, gürültü, hakaret, seviyesizlik ?

Karşındakine saygılısın da kendine mi saygın yok?

Anladım!

Saygı duymak ayrı bir konu sevmek ayrı değil mi?

Saygı duyabilirsin ama sevmek zorunda değilsin öylemi?

Öyle değil işte!

Bak '' saygı duyuyorum '' demekle olmuyor bu işler.

Seveceksin arkadaş!




4 Nisan 2015 Cumartesi



Cheese - flower - rain


Ricada bulunmaları  üzerine arap uyruklu 5 arkadaşın vapurda fotoğraflarını çektim. E şirinliğime dayanamadı herhalde ki içlerinden göbekli, bıyıklı ve siyah takım elbiseli en yakışıklı  (!) olan benimle ayrıca fotoğraf çektirdi. Birlikte ''Cheese '' dedik.

Burgaz Adası göründü.

Bayıldım Burgaz' a. Mis gibi kır çiçekleri kokusu, rengarenk doğa, sarı, mor, beyaz , pembe kır çiçekleri; Alabildiğine yeşil, bir o kadar mavi. Gün güzel başladı.

Sessizlik ise kaymaklı künefe.

Muhteşem bir yürüyüş oldu. Zirveye doğru çıkmış nefis manzara eşliğinde soluklanırken maviş maviş bakan bir çift göz gülümsedi. Küçük bir demet mis kokulu çiçek uzattı.

Demet küçük mutluğu paha biçilmez.

Yürürken karşılaştığım ve selam vererek gülümsediğim turist gençlerdi bunlar.

Hiç tanımadığınız bir erkek size çiçek verirse nedeni sıcak bir ''merhaba'' ve içten bir gülümsemedir. Nasıl ? İmpulse reklamı gibi oldu.

Ne kadar yürüdüm, kaç çiçek kokladım hatırlamıyorum.At, it kovalamaktan mutlu bir yorgunluk hissi çöktü. Derken mavi gökyüzü karardı, hava soğudu kara bulutlar yerini aldı ve yağmur!.

Çok yorgunum koşamam. Islanmak güzeldir  diyerek dilimde ilhan şeşen sözleri;

Ellerimde çiçekler kapında sırıl sıklam
görürsen bir gün şaşırma
...





1 Nisan 2015 Çarşamba

Akıl (lı )  ...


Anneannesi öldüğünde küçük bir kız çocuğuydu. Cenazeden gelen annesi
 '' Kendi cenazemizde bile içimizden geldiğince ağlayamadık '' demişti.  Çünkü anneannesi kızlarına '' ben ölürsem akıllı ağlayın ele güne rezil olmayın'' diye tembihlerdi. Akıllı ağlayan annesiyle büyüdü küçük kız anlamını bilmeden.

Hayat hep bir tecrübe değil miydi zaten? Yaşanan ve yaşanacak nice tecrübeler sıradayken babası 1 Nisan şakası yapmış sessiz sedasız aralarından ayrılmıştı. Sessizce ağladı. Hıçkırıkları boğazında düğüm oldu koy vermedi yutkundu. Göz yaşları içine aktı. Annesine baktığında o da yılların tecrübesiyle '' akıllı '' ağlıyordu. Şimdi sıra kız çocuğundaydı. Sadece nefes alıyor, sabır diliyor sessizce kaçak göz yaşlarını siliyordu. Öğrenmişti akıllı ağlamanın anlamını ve acı bir tecrübe olarak kazındı yüreğine.

O kadar akıllı ağlamıştı ki, aklı başında davrandığı için taziyeye gelenlerin taktirini (!)  bile kazanmıştı.  Bunu da başarmıştı.

Bugün  altıncı 1 Nisan geçti, geçiyor geçecek.

Daha kaç 1 Nisanlar böyle geçer bilmiyordu. Bildiği bir şey var ise  akıllı olmak yoruyordu onu. Bir gün kavuştuklarında babasının dizlerine yatıp saçını okşadığında işte o zaman aklı uçacak ve özgür olacaktı.





26 Mart 2015 Perşembe

AŞK VE NEFRET YOLCULUĞU


 Yüzüne baktığımda kızarmış olduğunu gördüm. Ellerine sahip olamıyor. Ellerini ovuşturuyor avuçlarının içerisinde narin parmakları kırılacak sanki. Gülümsemesini ve reflekslerini kontrol etmeye çalışıyor nafile. Göğsü hızla inip kalkıyor bu arada  gülümsüyor, ruhu bedenini terk etmek üzere.
 
Bir an bayılacağını düşünüyorum.

'' İyi misin'' diye soracakken beynimde şimşekler çakıyor. Bildik kokuyu alıyorum. Dünyanın en güzel kokusu. 

AŞK!...

Belediye otobüsünün arka tarafında aşk kokusu var. Genç kızın gözlerinin içine bakıp gülümsüyorum onu anladığımı hissettiriyorum.
Karşılıklı gülümsüyoruz. Sanki rahatlıyor. Delikanlı yanında oturuyor hiç konuşmuyorlar. Birbirlerine bakmıyor dokunmamak için çaba harcıyorlar. Belli ki ilk kez çıkıyorlar ve genç adam genç kıza otobüste ineceği durağa kadar eşlik edecek.
 
Ne romantik.  

50-55 yaşlarında '' Kalkın bakim gençler'' diyen sarışın hanımefendi çocukları kaldırıyor onların yerine oturuyor.

''Sen çocukları yerinden kaldırmaya utanmıyor musun? '' diyor adam.

Sarışın kadın : '' Sana ne?''

...

Başka bir yolcu: '' Sizi mi dinleyeceğiz ? ''

Adam : '' Sen sus be ! ''

...

Kavga uzuyor kadına sözlü şiddetin örneğini gösteriyor adam.

Adam : '' Sokakta sürt sürt gez. Sonra gel çocukları yerinden kaldır ''

Aşkın kokusu , genç kızın içinde uçuşan kelebekler, yüzlerdeki gülümseme uçup gidiyor.

Adam nefret ve kin dolu büyümüş gözleriyle iğrenç cümleler sarf ederken
iki gencin gözlerindeki ışığı, aşkı görmemişti. Görseydi sarışın kadının onları yerinden kaldırmakla kızın heyecanını biraz olsun hafiflettiğini, koyacak bir yer bulamadığı elinin  kolunun biriyle düşmemek için tutunmak zorunda kaldığını, genç kızın sarışın kadına içinden teşekkür ve minnet duyduğunu görebilirdi.

Nefret dolu yürek, nefret dolu bakışlar arasında otobüsten inerken aşk dolu bir çift yürek yoluna devam ediyordu.

Aşk olsun be Adam!











Dıdı - Vıdı - Tınnn!...

Dıdın var mı?

Olmaz mı?

Say bakalım! Dıdının dıdılarını da unutma !

Sayamadın değil mi? Anne, baba, kardeş, eş, dost, çoluk, çocuktur, candır kankadır, dıdı. En bildik  dıdı  '' sen '' sindir.

Dıdıların nefes egzersizinin ortak sesidir vıdı vıdı.

Bazen bir şarkı olur eşlik edersin.

Bazen duymamak için transa geçer boyut değiştirirsin.

Bazen ruhuna 2 beden küçük gelir dıdı. Nefes egzersizleri nefesini keser, gözlerine perde iner ve '' imdat!'' dersin.

Kapıyı arkandan çekip giderken hala vıdı vıdı eden dıdına söyleyemediğin kocaman bir ''tınn!''  çıkar içinden.

Dıdılarınız bol, vıdı vıdılarınız  neşeli, ''tın'' larınız yerinde olsun.










Kızıma...


Bu gün seninle tanıştım sevgili kızım, güzel gözlüm, kuzum...
Nasıl da gülüyordun, mutluydun, heyecanlıydın. İlk kez görüyordum seni. Üstelik hayalini bile kurmadığım olsa nasıl olur acaba diye hiç düşünmediğim kız mı erkek mi olsun diye kavga etmediğim , 9 ay karnımda taşımadığım,  kokusunu, adını bilemediğim, bilmediğim kızım.

Bu gün birden bire karşıma çıktın. Seni bana gösterdi. Düşüncesizce davrandı. Hazır olup olmadığımı sormadı. Hazır değildim seninle karşılaşmaya. Sana '' Kızım '' demeye, bu satırları yazmaya.

Ben  sadece CV min çıktısını almak üzere gitmiştim. Dışarıda kar ve tipi vardı. Sen bilmezsin güzel kızım ben çok üşürüm. O nedenle kışı sevmem. İlkbahar ve yaz benim mevsimimdir. Biraz romantik, biraz melankolik ve birazda şaşkınım. Balık- alık diye takılabilirsin. Diğer bilmediğin ve bilemeyeceğin bir çok şey gibi ben bir balık burcuyum kızım. Alıklığım oradan gelir.

Başımda berem, boynumda atkım, montum ve kar botlarımla kafeye girdim. Üşümüş, ellerim soğuktan buruş buruş olmuştu. Dedim ya çok üşürüm. soğuktan gözlerimin feri gitmiş, rengim solmuştu.

Flash bellekteki CV dosyamın  yazıcıdan çıktısını istedim. Bilgisayarı açtı, dosyayı tıkladı ve Cv mi  inceledi. CV de ki fotoğrafı gösterip, bana döndü ;

 '' Kızınız size benziyor '' dedi.

''Kızım bana benziyor ? ''

'' Evet hemde çok. güzel bir kız ''

'' Teşekkür ederim.''
...

İyi de ben neye kime benziyordum acaba da adam beni benim kızım yaptı?


Ah be güzel kızım, bu satırları okumayacak, okuyamayacak ve beni hiç tanımayacaksın. Ben seni hiç doğurmadım ve doğmayacaksın.
Şimdi biliyorum ki; bir kızım olsaydı aynı ben olacaktı. Aynaya her baktığımda güzel kızımla , seninle göz göze geliyorum artık.
Karşılıklı gülümsüyoruz.

Bütün gün güldüğüm bir olayı böyle yazdım. Çünkü sen doğmadın ve doğmayacaksın ya, doğmamış çocuğa, geleceğe mektup yazarlar ya, eh işte bende eksik kalmayayım dedim.


Hoşcakal kızım!...









27 Ocak 2015 Salı

Aklıma geldi...





'' Her şey yolunda mı? ''

 '' Hayır değil! '' cevabını verdiyseniz hiç kaçarınız yok. Neden, nasıl, niçin , kim sorularının hepsine cevap veriyor olmanız ve karşınızdakinin  kendince sana akıl veriyor olmasına pardon deneyimlerine (!) katlanmanız gerekiyor.

Sonra? Sonrası yok. Paylaştığınız veya öyle sandığınız yolunda olmayan ''her şey'' iniz ve kendinizle baş başa kalıyorsunuz.

 ''Çok iyi, her şey yolunda '' dediğinizde ise kedi mırlaması gibi   ''hıı'' diye  ses geliyor; neden, nasıl, niçin, kim sorularına cevap vermeniz gerekmiyor.

Sonra? Sonrası yine  yok. Paylaşmaya çalıştığınız veya öyle sandığınız yolunda olan '' her şeyiniz'' ve kendinizle baş başa kalıyorsunuz.

Sonra? Sonrası; Her şeyiniz herkesin her şeyi olmayabiliyor. Her şeyinize sahip çıkın...